Masal Şöleni
Elif Yemenici |
En zor şeylerden biri “imge”nin resmedilmesi. Ona göre bu, kuşkusuz, bize olduğundan daha kolay geliyor… Çizebilmenin, çizerek bir dünya ve karakter yaratmanın nasıl bir anatomik yapısı var, bilmiyorum. Her ne olursa olsun, gerçek olan resme baktığımızda aldığımız o sonsuz ve paha biçilemez “estetik haz”. Sanatın da amacı bu değil mi zaten?
Elif Yemenici.
Onun resimlerini seyrettiğimde bir “an” içine giriverecekmiş gibi oluyorum. O anlarda olağanüstü bir masal şöleni yaşıyorum. Şöyle bir baktığınızda ne demek istediğimi anlayacaksınız…
O büyük boy, parlak, renkli resimli çocuk kitaplarının dünya için önemi tartışılabilir mi? Onlara bakan her çocuk oradan “iyi” olmaya oradan başlayabilir. Ben de bugün o iyiliği, güzelliği çoğaltan önemli başarılar elde eden Elif Yemenici’yi buraya davet ettim.
Elif Yemenici |
Merve Dağköylüoğlu: Küçükken de sever miydiniz resimli çocuk kitaplarını, hayalleri, kitap kahramanlarını? O zamanlar mı karar verdiniz acaba çizmeye?
Elif Yemenici: Her çocuk gibi severdim elbette ama o zaman seçenek o kadar azdı ki, bir kitapçıya gidip kitap seçtiğimi pek hatırlamıyorum. Okul kütüphanesinden rastgele önümüze hangi kitap okumamız için konarsa o kitabın dünyasına girdiğimiz zamanlardı ve onlar da şimdikilerin kalitesinden epey uzak kitaplardı. Evde klasik olarak Külkedisi kitabı vardı mesela. Çizimlerini pek sevmezdim, karakteri de. Sonra o kapağı çıkarıp kendim bir alternatif kapak çizdim. Diğer sayfalara zımbaladım:) Tüm gün onunla uğraşırken inanılmaz bir haz almıştım. Anneme ‘ben de böyle kitap yapsam basılır mı?’ diye sorduğumu hatırlıyorum hayal meyal. Bu olayı tamamen unutmuştum aslında, yıllar sonra Yapı Kredi Yayınları’ndan bir Külkedisi kitabı resimlemem için teklif geldi. Çizime başladığım an yıldırım gibi o an aklıma düştü, çok acayipti. Keşke saklasaymışız o çizimi.
M.D.: Eskişehir güzel bir yer… Orada doğup orada okudunuz ama şimdilerde İstanbul’da yaşıyorsunuz… İstanbul’un sanatınıza katkısı var mı?
E.Y.: İstanbul çoğumuz için güzel ihtimaller şehri ve onun verdiği bağlayıcılıkla buradan kopmak pek kolay olmuyor. Aslında durum İstanbul’la değil, İstanbul’u nasıl yaşadığınızla alakalı. Gırtlağımıza kadar standart, çirkin binaların içinde yaşıyoruz ki bunun için bile zorlayan bedeller ödüyoruz. Apartman hayatı insanlık onuruna aykırı bir durummuş gibi hissediyorum artık. Sürekli bir yerlerden gelen duymak istemediğim gürültülere maruz kalmak çıldırtıcı olabiliyor. İşin bu yüzü için sanatımı besliyor diyemem, hatta baltalıyor. Bazen içinde boğulacak gibi olsam da bir vapura binişle işler değişiyor. Hop! İstanbul aşkım tazeleniyor. Eskişehir’deyken de İstanbul’u özleyip çok sık gelirdim. Beni burada tutan bir zorunluluk yok aslında ama yine de kopamıyorum. İleride ruh halime göre neler olur kestiremiyorum tabii ama şartlar değişse de buradan komple gitme fikrini ciddi düşündüğüm zamanlar hemen gözlerim doluveriyor:)
M.D.: Güzel Sanatlar Lisesinde okumak keyifli miydi?
E.Y.: Hayatımın en keyifli dönemiydi hatta.
M.D.: Anadolu Üniversitesinde okudunuz. Üniversite yıllarınızı özlüyor musunuz?
E.Y.: Üniversiteyle birlikte dergilere ve kitaplara çizmeye başladığımdan, hayatın o yoğun çalışma dönemi de bir yandan artık başlamıştı benim için. Bir de iki bölüm birden okumaya çalışıyordum çünkü kendime zulmetmeden duramam:) O yüzden liseyi daha çok özlüyorum. Gözlerimden yaşlar gelerek gülerken yerlerde yattığımız arkadaşlarımı ve sonsuz saçmalamalarımızı (ki ilk illüstrasyonlarım, illüstrasyon yapıyor olduğumun pek farkında olmadan bunları resimlerken çıkardı), ergenliğin şuursuzluğu, zamanın bolluğu… Bir daha öyle bir dönemin yaşanmayacak olması hüzünlendiriyor ara ara.
Elif Yemenici |
M.D.: Kitap yayımlarken pek zorlanmamışsınızdır diye düşünüyorum. İlk kitabın yayımlanma sürecinden biraz bahseder misiniz? Kar Masalı sıcacık bir masaldı. İtiraf etmeliyim, bu kitabı kıskanmıştım biraz. 😊
E. Y.: Kar Masalı’nı üniversitedeyken yazıp çizmiştim. Hiç yol yordam bilmiyordum. Elimde pek fazla inceleyebileceğim, örnek alabileceğim kitap örnekleri bile yoktu. Tamamen içimden gelip, içgüdüsel olarak yaptığım bir şeydi. Bir kenarda yıllarca bekledi. O zamanlar YKY’den çıkacağını hayal bile edemezdim sanırım.
M.D.: Masallar nasıl doğuyor? Önce bir karakter mi düşlersiniz?
E.Y.: Önce küçük bir damla fikir düşüyor. Sürekli fikirler düşüyor ama her fikir hikâyeye dönüşmüyor tabii. Eğer seversem ve kafayı takarsam sonra onu katman katman giydiriyorum. Olay kurgulanırken, kafamda eş zamanlı karakter de şekilleniyor bir yandan.
M.D.: Resimleriniz, masallarınız, kitaplarınız, hepsi zamana direnecek. Üzerinden belki asırlar geçecek. Hiç o masalların içine asırlar sonra da bilinsin diye bir mesaj saklama derdiniz oluyor mu?
E.Y.: Hayır.
M.D.: Sizi nasıl ansınlar istersiniz?
E.Y.: Ben yok olunca nasıl anıldığımın kendi açımdan hiç anlamı yok. (Hayalet olup dönmeyecek ve görmeyeceksem:)) Yaşarken nasıl anıldığımla daha çok ilgileniyorum çünkü ürettiğiniz şeylerin bir karşılık bulması daha çok üretmenin en büyük motivasyon kaynaklarından biri.
Bulmadığı zamanlar; yani ilk çizimlerimle yayın evlerine başvurduğum ve reddedildiğim, yok sayıldığım dönemler; boşa kürek çekiyormuşum hissiyatı oluyordu. O hisse yenik düşüp vazgeçen ne çok hikâye gün yüzüne çıkamamıştır kim bilir.
Şu sıralar gündüz kalabalıktan dolayı dışarı çıkmadığım için gece sabaha karşı yürüyüşler yapıyorum. Bazen üzerime doğru koşan kediler, köpekler oluyor. Sadece kendini sevdirmek için. Yerde mamaları, suları var. Tek ihtiyacı sevgi görmek. Sevilmek hepimizin içgüdüsel ihtiyacı. Fakat bu ihtiyacı da dengeli yönetmek gerekiyor yoksa “like” peşinde koşan, herkesin sevmesi için genele yönelik popüler işler üreten, insanların beğenilerine, tepkilerine göre şekillenen ve hareket eden, hatta sevginin kölesi olan insanlara dönüşme tehlikesi var. Yani nasıl anıldığınız mevzusuna çok fazla kulak asmıyor olmak bizi özgür yapar. Ben de o anlamda sadece içime bakan bir insan olduğum için dışarıda neyin beğenildiği, tercih edildiği gibi durumları, üreteceğim işe asla karıştırmadan (hatta istesem de bunu yapamam gibi hissediyorum zaten) sadece içimden geleni üretiyorum, bu anlamda da özgür hissediyorum kendimi.
M.D.: “Eyvah Kalbim Kırıldı!” dünyanın en önemli çocuk ve gençlik kitapları seçilerek oluşturulan The White Ravens 2016 listesine seçildi. Sizi çok heyecanlandırmış olmalı… Haberi nasıl aldınız?
E.Y.: O sene Bologna’daki fuara gidememiştim ve aklım sürekli oradaydı. Fuar esnasında evdeyken haberi almıştım. Aslında orada olmamanın üzüntüsü içinde eriyen bir mutluluk olarak hatırlıyorum.
M.D.: Dijital Animasyon Atölyeleri de yürütüyorsunuz. Nasıl gidiyor, katılımcılar genelde kimler oluyor?
E.Y.: Yazar, çizer olduğu gibi çok farklı meslek gruplarına mensup katılımcılar da oluyor. Farklı insanların bir araya gelmesinden kaynaklanan bu çeşitlilik de farklı hikayeler tanımamıza yol açıyor. Çok uzak şehirlerden büyük özverilerle katılanlar oluyor. Bu çok kıymetli benim için. Atölyeden sonra kitabını yayınlayıp gönderenleri, çok faydalı olduğuna dair güzel dönüşleri gördükçe o işe yaramışlık hissiyle başımı yastığa daha rahat koyuyorum:) İlk kez online olarak gerçekleştirdik. Artık öyle gidecek gibi. Bu sayede çok farklı ülkelerden katılanlar da oldu. Çok keyifli gidiyor, bana da özellikle bu süreçte iyi geldi. Atölye sonrasında da iletişimlerimiz devam ediyor, atölye dostlukları oluşuyor hatta buluşmalar yapanlar oluyor. İnsan insanın kurdu değil şifası da olabiliyor işte : )
Eyvah! |
M.D.: Tamamlayamadığınız, henüz diyelim, hikâyeler var mı?
E.Y.: Çok var. Çöpe attıklarım da… Hepsi darmadağın. O anlamda yoğun gündemler içerisinde kafamı ve enerjimi toparlayabilmek en zorlandığım şey.
M.D.: Korona günleri üretmek için fırsat oldu mu?
E.Y.: İlk zamanlar çok moralsizdim. Ölüm haberleri, hasta manzaraları… Benim yakınlarımdan yakalanan olmasa da toplumsal olaylar beni çok etkileyip çökertiyor genelde. Normalde bir sahil yürüyüşüyle zihnime reset atıp toparlanırdım ama onu da yapamıyorum. Evde çalıştığım için normal hayatı, karantina hayatından çok farklı olmayanlardanım. Fakat yine de o ufak kaçışlar önemli bir denge unsuruymuş ve o denge ortadan kalkınca motivasyonum da gitti. Kendimi illa üretken olmak, pozitif düşünmek için filan zorlamadım, herkesin reaksiyonu farklı olabilir, kabullendim.
M.D.: Peki, son soru. Sizi en çok besleyen “şey” nedir?
E.Y.: Farklı coğrafyalar görmek. Hatta turist gibi yüzeysel değil, fırsatlar elverdikçe daha uzun sürelerle bir lokal gibi orayı derinlemesine deneyimlemek.
M.D.: Ne güzeldi size soru sormak. En içten duygularımla söylüyorum, sizinle ortak bir iş yapmak isterdim. Sayfama konuk olduğunuz için çok teşekkür ederim.
E.Y.: Ben de çok teşekkür ederim. Bu kadar gecikmeli olduğu için üzgünüm ama ancak yanıtlamaya hazır hissedecek enerjiye sahip olabildim: )
Sevgiler.
Yorumlar
Yorum Gönder