Bir “Kimsecik” Ölürken Olan Balerin Tina’nın Trajik Hikâyesi

                             


Masalsı kitapların sıcacık ve yumuşak kucağından çıkıp böyle bir kitap okumayalı uzun zaman olmuş. Tina’ya dertlenince fark ettim.
O bildiğim ve alıştığım huzurlu kucağı neden terk ettim bilmiyorum fakat bir akşam yazarına ve yazarının evine denk gelince aniden karar vermiştim Son Bakış’ı okumaya. Bazı kitaplar ani kararla ve hızlı devinimlerle okunur.
Kim bilir, belki de ruh sağlığım açısından doğrusunu yapmadım ama bildiğim bir şey varsa o da Irmak Zileli’nin duyargalarının olması.
 Ertesi gün, karantinanın ilk günü, gidip aldım Son Bakış’ı. Kitabın kahramanı evsiz-yurtsuz Tina’yı anmadan önce neyden bahsetmek istiyorum, biliyor musunuz? Yazarın evinden!
Beni nasıl da sarıp sarmalamış o ev, huzur vermişti. Dünya dertten yansa bir mahrem sığınak güveni verecekmiş gibiydi ev, koltuklar, pencereler, kediler, köpek ve kırmızı halı. Uysal bir dostluk kuracaktı. Kim mi? O ev! O halı!  Peki, nasıl çıktı bu hikâye o evden? Ve asıl soru neden?
“Birileri” bu dünyada muazzam derecede yalnız ve acı çekiyor diye mi Irmak Zileli gittikçe olağanüstü yazıyor?
Yazarlığının kinetik enerjisi var, bu kesin.
***
Tina…
Sevdiği ve kaçarken kaybettiği adamla yanlışlıkla girdiği sinemada tanışır. (Bu yanlış film, Tina’nın babasıyla izlediği son filmdir.)
Kitap kapağındaki “hırpalanmış” pointler?
Çalıştığı evin çatısından yanlışlıkla düşerken elinde kalan boru?
Ya avcunu kanatan yanlış anahtar?
Kesin bunlar bir şey anlatmaya çalışıyor.
Kendine ait evleri olmayan kadınlar…
Boşu boşuna incitilmiş kadınlar…
***
Narinlikten estetik gelir bana bale. Tüm figürlerinde bir sanat vardır. Kahraman bu nedenle mi bir balerin? O figürleri yerine getiren balerinin hayatın keskin hoyratlığında savaşması!
Olmaz olsun böyle bir çatışma!
Her sayfada sırlar-semboller saklıymış gibi hissettim, ama bulmak için çaba sarf etmedim. Neme lazım, şimdi durduk yere bir yerim kanar! Hayır, bu kitabın beni biraz üzdüğünü saklamayacağım.
Üzüldüğüm için başlık bile atamadım, bu sebepten o kadar uzun oldu ve belki de bu sebepten sayıklıyorum.
Bir kitabı yarıda bırakma isteğinin bazı koşulları üzerine düşünülmeli. Mesela kurgu kötü olabilir ya da yazar iyi bir anlatıcı değildir. Bu gibi koşullarda bir kitabı -beynimizde yarım bırakılmış bir iş ağırlığı yaratması pahasına da olsa- yarıda bırakmak düşünülebilir. Ama ben bunların hiçbirinden ötürü onu bırakmak istemedim. (Irmak Zileli’nin kurgusunu ve anlatıcılığını sorgulamak için hiçbir neden göremiyorum.) Tanrı’m yemin ederim, ben acı verdiğinden dolayı bırakmak istedim.
Ben, bu kitapta “penceresiz” bir odaya mutlu olan, kendine ait dört duvarı olsaydı onu ne şekilde kullanması gerektiğini unutan, tatil gününde bile çalışmış ama çalıştığı fark edilmemiş, istenmemiş, yurdunu terk etmiş, beşinci kattan “anahtarı unuttum” diyemediği için düşmüş, yerde yaralı yatarken başına toplanmış kalabalığın dokunmaya korktuğu Tina’yı okudum.
Demem o ki ben bir Tina Gevaşvili nasıl ölür, onu okudum.
Bu kitabı gençlere önermeyeceğim, çünkü henüz çok gençler.
Ah, Tina eve dön artık!
Neyse, siz de okuyun!

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar